Sayfalar

27 Eylül 2017 Çarşamba

Annelik...



Merhaba;
     
      Bugün biraz annelikle ilgili yazmak istiyorum. Bugüne dek yüzlerce, binlerce makale, kitap yazıldı, yüzlerce film çekildi. Anneliği anlatan binlerce anne oldu. Önemi yok. Çünkü ne kadar anlatılırsa anlatılsın her anne farklıdır ve her çocuk da öyle. Yeryüzünde yaşayan insanların sayısı kadar farklı ebeveynler ve bir o kadar da çocuk farklıdır.
      Her anne elbette çocuğunun mutlu, sağlıklı, huzurlu olmasını ister. Çocuklarımızı çok seviyoruz evet. Fakat farkında olarak ya da olmayarak ne çok yanlış yapıyoruz onları büyütürken. Bu durumun en kötü yanı en az 20 yıl sonra anlayabiliyoruz yanlış mı yoksa doğru mu yaptığımızı. Örneğin kek pişiriyoruz ve en fazla bir saat sonra kekin iyi olup olmadığını, eksiklerimizi ya da fazla koyduğumuz malzemenin tadını bozduğunu anlayabiliyoruz. Bir eve taşınıyoruz ve en fazla birkaç ay içinde komşulardan, evin içinin kullanışlı olup olmamasından, o evin doğru ya da yanlış karar olduğunu anlayabiliyoruz. Daha önemli bir konu mesela bir adamla tanışıyoruz, aşık olup evleniyoruz ve en fazla bir yıl içinde kararımızın doğru mu yanlış mı olduğunu anlayabiliyoruz. Bunun gibi yüzlerce örnek verilebilir. Oysa söz konusu çocuklarımız olduğunda, ancak büyüyüp yetişkin olduklarında anlayabiliyoruz malzemenin oranlarını tam tutturup tutturmadığımızı, eksik yaptıklarımızı ya da fazla eklediklerimizi!
      Kendi adıma konuşmam gerekirse daha bir yıl öncesine kadar anneliğimle gurur duyardım. Hatta en bunaldığım zamanlar da bile " Olsun, hiçbir şeyde başarılı olmasam bile ben iyi bir anneyim ve bu bana en güzel başarı" derdim. Aslına bakarsanız bu konuda fazlaca şımarmış olduğumu düşünebilirsiniz ve haklısınız öyleydim. Sanki dünyanın en mükemmel annesi benmişim gibi hissediyordum. Bu duruma neden olan sadece benim egom değildi. Beni fazlasıyla şımartmışlardı.
      Oğlumun arkadaşları bize geldikleri zaman " Keşke benim annem sen olsaydın" deyip sarılırlardı. Evlerine gittikleri zaman annelerine günlerce " Arkadaşımın annesi o kadar mükemmel bir anne ki, keşke sende onun gibi olsaydın, o zaman seni daha çok severdim" diyorlardı. Her zaman diğer çocukların annelerinden, arkadaşlarımdan tepki alırdım bu yüzden. " Sana geldikten sonra, seni ve oğlunu gördükten sonra bizi beğenmiyorlar, anne böyle olmaz deyip duruyor ve çileden çıkarıyorlar" derlerdi.
      Elbette en önemlisi de oğlum konuşmayı öğrendiğinden geçen yıla dek daima benim harika bir anne olduğumu, dünyada ki en iyi anne olduğumu, benimle gurur duyduğunu, ne kadar çok sevdiğini anlatıp dururdu. Karşılığında ona ne zaman " Hayır ben mükemmel anne falan değilim, sadece çocuğunu çok seven sıradan bir anneyim, benim de hatalarım, yanlışlarım vardır" dediğim de ise " Sen dünyada var olabilecek en mükemmel annesin ve hiç hatan ya da yanlışın yok, sen en iyi annesin" der ve sarılırdı.
      İşte hem etrafımda ki çocuklar ve anneleri hem de kendi oğlumdan duyduğum bu sözler beni şımartmış olabilir. Aslında buna şımarmak demeyebiliriz. Sadece yıllarca bana bunlar söylendi ve inandım. Evet gerçekten sürekli duyduğum sözler ve en çok da oğlum inandırdı beni " Dünyanın En İyi Annesi" olduğuma.
      Son birkaç aydır kendimi sorgulamaya başladım ve hiç de mükemmel olmadığımı aksine ne kadar çok hata yapmış olduğumu gördüm. Açıkçası bir kez daha olsa çoğu şeyi yine aynı yapardım fakat bazılarını asla yapmazdım. Bunu da bana gösteren ve anlamam için defalarca farklı şekillerde öğreten yine oğlum oldu.
       Şimdi daha uzun yazıp sizi sıkmak istemiyorum fakat annelikle ilgili daha çok yazılarımı sizinle paylaşmaya devam edeceğim sanırım. Hatalarımın nasıl farkına vardım? Hangi yanlışları yapmışım? Doğrularım nelerdi? Bunların cevabını hala tam olarak bildiğimi iddia edemem fakat en azından bulmaya çalışıyorum.
      Annemin her zaman dediği gibi " Annelik en zor meslek" diyebilirim. Belki de haklıdır.
Tüm annelere sevgilerimle...
     
     


19 Eylül 2017 Salı

Zamandan Geçerken

Merhaba;
      Zamanın nasıl geçtiğini çoğu zaman fark edemiyoruz. O kadar uzun zaman olmuş ki buraya yazmayalı, neredeyse ben bile unutacaktım. Aslında her zaman söylediğim gibi zaman geçmiyor, biz zamanın içinden geçiyoruz sadece. Bazen öyle hızlı geçiyoruz ki farkına bile varmıyoruz ne kadar uzağa nasıl gittiğimizi.
      Çoğu an düşünüyorum da çocuklar olmasaydı nasıl anlayacaktık hangi zamanda olduğumuzu? Ben sanırım hiç anlamayacaktım. Bir şeyler anlatırken bile zaman birimim oğlum 😊 Mesela oğlum üç yaşındayken böyle bir şey olmuştu, beş yaşındayken şuraya gitmiştik, sekiz yaşındaydı şu olduğunda gibi…  Bazen de en son küçük yaşlarındayken görüp, yüzünü hep öyle hatırladığımız bir çocuğun, bir müddet sonra bambaşka bir adam ya da kadın olduğunu gördüğümüzde ki şaşkınlığımız da bu yüzdendir. “Ne zaman büyüdü? Daha küçük bir çocuktu, şimdiyse kendi çocukları var” diye hayrete düşeriz. Bir zamanlar bizim de ağlayan bir bebek, küçük bir çocuk olduğumuzu unuturuz. Eski bebeklik resimlerine bakıp da hiç kimse “Vay be zaman nasıl geçmiş, daha dün bebektim” demez. Çünkü biz kendimizi her gün görüyoruz ve alışıyoruz, değişimleri fark edemiyoruz. Oysa uzun süre sonra gördüğümüz o büyümüş, artık yetişkin olmuş çocukları bir kez daha gördüğümüzde şaşırıyoruz.
      Az önce de söylediğim gibi benim zaman birimim oğlum. Eminim birçok anne için de durum böyledir. Geçmişimi düşündüğümde gözümde canlanan en güzel anılar hep oğlumla birlikte olanlar. En mutlu olduğum anları düşündüğümde onun parlayan gözleri, içten gülümseyişi, birlikte Sezercik filmi izleyip ağlaşıp sarılışlarımız, ablasıyla birlikte üçümüzün müziği açıp çılgınlar gibi dans edişlerimiz, yüzlerimizi komik şekillerde boyayıp yüzlerce fotoğraf çekmemiz…. Geliyor aklıma. Oğlumdan önce ben yoktum, bir geçmişim yoktu gibi. Onun doğduğu gün bende doğmuşum gibi.
      O günleri özlüyorum… Abla kardeş nasıl güzel çocuklardı, nasıl eğlenirdik birlikte. En kötü, en hasta zamanlarım da bile beni güldürmeyi mutlaka başarırlardı. Yeniden ayağa kalkar ve her şeyi yapabilecek gücü bulurdum kendimde. Şimdi tüm o güzel anıları düşünüyorum da “Ne zaman o lüle saçlı ablasının can parçası bir oğlu oldu? Ne zaman o parlayan gözleriyle bana bakan çocuk, şimdi yetişkin, üniversiteyi bitirmesine az kalan bir genç adam oldu?
      Kendi doğrularımız, ya da annelerimizin yanlışlarıyla büyütürüz çocuklarımızı. Bazılarımız kendi annelerinin yaptığını yaparak bazılarımızda onların yaptıklarının tam tersini yaparak. Oysa uzun zaman geçmedikçe anlayamayız asla doğru mu yoksa yanlış mı yaptığımızı.

      Bir gün hepimiz çocuklarımız için sadece anı olacağız. Bunu düşündüğümde sadece mutlu ve güzel anılar bırakmak istiyorum. Bırakabileceğim en güzel şey sadece anıları olacak çünkü…
      Tüm annelere sevgilerimle..

20 Ocak 2017 Cuma

Karne yarışları!

Ne çok kişi çocuklarının karnelerinin resimlerini paylaşmış, altına da aman da aman maşallah'lar, başarılı çocuğum'lar, neler neler yazılmış. Gülüyorum hemde çok, gülüyorum traji komik hallerinize ve içimden ağlayacağım o çocuklara! Kendi karnelerinizi paylaşsanız mesela nasıl olur? Hadi herkes kendi yaptığı birşeyleri paylaşıp kendiyle övünsün 😂 Eğer çocuğunun karnesi 1'ler 2'ler le dolu olsaydı, birde davranışlarına çeki düzen vermesini yazmış olsaydı öğretmeni yine de paylaşacakmıydınız? Evet diyenlerin hakkı paylaşın karneleri 😎Anladım övünüyorsunuz, anladım gururlanıyorsunuz onların başarılarıyla fakat bu sizin başarınız değil ki, bırakın kendi isterse paylaşsın, çocuklarınız sizin ego tatmin araçlarınız olmasın. Karne de yazmaz ne kadar insan olduğu, ne kadar sevgi barındırdığı, merhametli olup olmadığı! Karne de yazmaz yüreğinin beyaz mı kara mı olduğu, onurlu gururlu olup olmadığı! Karne de ezberleyebildikleri ve belki de hayatı boyunca asla kullanmayacağı  öğretilenler yazar. Edebiyatı Türkçe'si 100 olan, her yıl takdirname belgesini çerçeveletenler var hala konuşurken "herkez "! diyen, Resim dersinden tam not alıp renklerin anlamlarını, uyumlarını bilmeyip koca holdinglere kahverengi takım elbise giyip giden! Karne sadece ezber başarısıdır özetle, insan olma başarısı değil, yaşam başarısı değil! At gibi yarıştırmayın artık çocuklarınızı da bırakın çocukluklarını yaşasınlar ve kendileriyle övünmek için daha gerçek başarılar kazansınlar! Coğrafyadan dünya haritasından önce kendilerini , çevresindeki insanları tanımayı öğretin,kendi haritalarını çizsinler ! Matematikten önce Bir'i bölüp yarısını olmayanla paylaşınca eksilmeyeceğini artıp İki olacağını öğretin! İki teli pile bağlayıp ışık yakmaktan önce kalplerinin nasıl aydınlık olacağını ve tüm insanlığı aydınlatabileceğini öğretin mesela! Bir şiir yazdığında, bir beste yaptığında, Balzac ile Michel Zevaco arasında ki farkı anlattığında paylaşın, övün, övünün! Hadi hayırlı uğurlu olsun bebelerinizin ezber yarışları güzel yurdum anneleri 👏👏👏


12 Eylül 2016 Pazartesi

KURBAN KESMEK




Kurban kesmek neymiş ne değilmiş acaba?
     Yüzlerce yıldır insanoğlu kurban keser, hatta kurban bayramı denen bir de kutlaması bile var.Kurban kesilmesine karşı çıkanlara yada sıcak bakmayanlara da dinsiz imansız gözüyle bakılır ve dışlanır olabildiğince yargılayıp, olabildiğince cahil gözüyle bakılarak.
     Madem bu durum için kutsal kitap Kuranı Kerim öne sürülüyor ve oradaki ayetler delil olarak gösteriliyor, öyleyse bende aynı kitap üzerinde ki, hatta aynı ayetlerle cevap vermeyi daha uygun buluyorum. Din alimi değilim, alim bile değilim, ilahiyat profesörü değilim, herhangi başka konuda tescillenmiş herhangi bir profesörlük belgesine de sahip değilim.Sadece insanım! İnsan olmak tek başına yeterli diye düşünüyorum birçok gerçeği kavrayabilmek için.Tüm kutsal kitaplar kutsaldır.Değiştirilmiş, değiştirilmemiş ne olursa olsun en az yarısı gerçek Ve Tanrı’nın sözlerinden oluşur.Konumuza geri dönersek;
      Kurban konusu Kuranı Kerim de “ Kevser” suresinde ,özellikle de 2. Ayette ki “ Venhar” kelimesi ile gerçeklik kazandırılır. İşte bu kelime birçok profesörler, alimler yada hacı hoca denilen zibidiler tarafından farklı farklı yorumlanıyor.Bu bile birçok insanın Kuran da değiştirilmiş olabilir diye düşünmesine kadar sebep olabiliyor.Oysa herhangi bir metni , örneğin Shakespeare ‘in sonelerini orijinal dilinden başka bir dile çevirdiğimizde gerçek manası dışında manasız bir şekle dönüşebiliyor.
      Kutsal bir kitabı da orijinal dilinden başka bir dile çevirirken farklı farklı manalar ortaya çıkıp, kişilerin kendi bakış açısı, sadece şahsi inanç ve düşünceleri ile şekillenip sunulabiliyor.
      Değişen Kuran değil, yorumlayanların açıklamalarıdır.
Kurban kesmek madem az evvel bahsettiğim ayete dayanıyor, öyleyse ayette geçen “venhar” kelimesinin sadece “kan akıtmak” manasına gelmediğini de açıklamak gerek.Şöyle ki venhar:  “sunmak, aktarmak, fedakarlık, erozyon, taşınma, nehir “ anlamlarına da gelebilen bir kelime.Daha açıklayıcı olması açısından kevser suresinin tamamına da bakabiliriz;
1- İnnâ ataynâkel Kevser
Şüphesiz, sana ilmi tevhidi sunduk.
2- Fe salli li rabbike venhar.
Bundan sonra seni vücudlandıranın hakikatlerini tertemiz aktar.
3- İnne şânieke huvel ebter.
Muhakkak ki senin anlattığın hakikatlere karşı içinde kin taşıyan o kimse, hakikatleri anlamaktan uzaktır.
      Ben burada kurban kesmekten bahsedildiğini göremiyorum.Kan akıtmaktan bahsedildiğini de göremiyorum. Kutsal kitapta bildiğim herşeyden öte iki söz var ki, sadece bu ikisi bile benim için dünyanın en büyük kitaplarından daha değerli ve daha derin manalar içeren bir kitap olmasına yeterdi. Birincisi ve ilk kelimesi olan “OKU” , ikincisi ise neredeyse her yerde sürekli tekrarlanan “HALA ANLAMAZ MISINIZ?”
      Etrafınızda ki insanlara cahil muamelesi yapmadan önce kendinize dönüp “ asıl cahil ben olabilir miyim acaba ?” diye sormak ve yargılamadan önce “Oku”yup araştırmayı deneyin.
Son olarak öyle hacı hocalardan değil, kendi tanıdığımdan duyduğum en güzel sözlerden birini paylaşmak istiyorum; “ Kurban kesmek farz değil, fakat ilim öğrenmek farzdır”!
      Haftaya ve daha sonraki haftalar için iyi bayramlar diliyorum.Zira bugüne bayram diyemem…

                                                                                             Nilgün Vurgun

29 Mayıs 2016 Pazar

Aşk hariç...



Yavaş yavaş olur herşey aşk hariç!
Yavaş yavaş değişir mevsimler, kurumuş dallar çiçek açar, sonra yavaş yavaş sararıp dökülür ,ayaklar altında ezilişini seyreder kupkuru dallar!
Yavaş yavaş olur herşey aşk hariç!
Bir bebek büyür; annesinin avucunda küçücük kalırken elleri , o eller kalem tutar, kitap tutar, sevgilinin eli kaybolur avuçlarında..
Kimi hayatta kalır, kimi yaşar hayatı;
Yavaş yavaş çoğalır çizgiler yüzde ve çoğalır üstü çizilen kelimeler görünmezliğiyle...
Yavaş yavaş olur herşey aşk hariç!
Öyle bir anda sanmayın , yavaş yavaş ölür insan;
Önce hayalleri, inancı, kalbi ölür,
Sonra umudu , gerçeği, gülümsemesi...
Renkler solar, nehir donar, gün ölür güneş ölür...
Yavaş yavaş olur herşey aşk hariç !
       
                                Nilgün Vurgun
                                 Mayıs 2016


31 Ocak 2016 Pazar

Zifiri..

Ne pencereme konan martılarım var, ne parıldayan deniz
Issız, köhne,zifiri karanlık,zifiri kahve,zifiri suskunluk..
Ses yok, söz yok, geçmiş gelecek yok
Erken unutulmuş sözler,erken unutulmuş hisler,
Uyuşturulmuş zihin,uykusuz gece,birazda tütün..
Sahi nerede terk edildi kalp?
Ne zaman silindi sarımtrak sayfalardan alınıp?
                          Nilgün Vurgun

8 Ocak 2016 Cuma

ŞİMDİ


      Herşeyi zamana bırakıyorsunuz.İnsan tanımayı, aşkı yaşamayı, sesini duymak istediğinizde aramayı,görmek istediğinizde gitmeyi, hatta acıktığınızda yemek yemeği, uykunuz geldiğinde uyumayı bile erteliyorsunuz.Zamanla tanıyacaksınız, zamanla göreceksiniz, zamanla anlayacaksınız, zamanla karar vereceksiniz, zamanla alışacaksınız, zaman geçsin sarılacaksınız belki.Oysa onca duyguyu, içinizdeki onlarca güzel hissi kimin ellerine bıraktığınızı farketmiyormusunuz? Zaman katildir.Bir katilin ellerine bırakıyorsunuz hayatınızı.O an içinizden gülmek geliyorsa gülün, ağlamak geliyorsa ağlayın, sarılmak geliyorsa sarılın, seviyorum demek geliyorsa söyleyin. Belki bir daha bunu yapamayabilirsiniz.O an bir daha olmayacak.Zamana yani katile bıraktığınız hayatınız her an bitebilir.Her an herşey sona erebilir.Hayatınızı bir katilin ellerine bırakacak kadar ahmak olmaktan vazgeçin.Varsın size aptal desinler, deli olduğunuzu düşünsünler.Ölü bir akıllı olmaktansa, yaşayan bir deli olmayı seçin.Asıl mantıksız olan, asıl saçma olan zamana bırakmaktır.Dünyamızın akıllı ve mutlu insanlarına daima deli denmiştir.İsa’dan tutun da Afife Jale’ ye, Osho’dan, Tim Burton a kadar... Katil zamanın ellerinden alın ve yaşayın artık sizin olan hayatı.Tek gerçek şimdi de!
                                            Nilgün Vurgun

                                              Ocak-2016            

2 Ocak 2016 Cumartesi

His..

Zordur anlatmak hisleri;
Yürekte başlar başlamasına da, 
Nerede durur, nerede sakin akar?
Karmaşası nehrin, çölü aşma dileği
Dökülmek ister, kaynağından, kaynağına...

            Nilgün Vurgun 
                ( 2016)

1 Eylül 2015 Salı

EFSUS!



Deryale olmuş gözyaşları Deraliye' de
Ba'de_ma behlül olmaz biçare
Tül_i emeli saklı,diyemez kimseye
Efsus, dil_asa yok efsus!

Gah fahirdi ezhar ellerinde
Gah zirdi garip bestelerinde
Dil_küşte oldu sonunda, gam_ı aşk ertesinde
Efsus, dil_asa yok efsus!
           Nilgün Vurgun  ( Düşler ve Gerçekler)

27 Ağustos 2015 Perşembe

TÜTÜN

Zincirler ve dikenler , aşk ve yaşam , ses ve söz, hepsini karıştırıp tütüne, sarmak gerek okunmamış bir kitap sayfasıyla ! 
                              N.V

19 Temmuz 2015 Pazar

Öyle..


Dilsiz şehrin gürültüsü uğuldarken egsoz dumanına karışıp,bir koltuk köşesine kıvrılır yetim cümleler!
                                  N.V

13 Temmuz 2015 Pazartesi

Bazen..

Hayat bazen zorlar insanı!
      Belirsizlikler,bilinmezler karşısında daima en kötü senaryoları üretir,onları gerçek algılayan beynimizde evirip çevirir ve sürekli kapalı bir çemberin içinde tıpkı fareler gibi hiç durmadan, yüzlerce binlerce kez döner durur düşüncelerimiz.
      Nihayetinde zihnimiz ve sayesinde bedenimiz de yorgunluktan öylece koltuğa kendini atıp,günlerce uyumak,tüm belirsizlikler bitince , herşey olması gerektiği yere varıp da, çember kırılıp durunca uyanmak ister.
      Her gece " Bu gece erken uyuyup, sabah erken uyanacağım" diye kendimize verdiğimiz söz,güneş yüzümüze vurup da, hala yatakta bir sağa bir sola dönüp uyumaya çalışırken uçup gidiverir.Tam " Zaten sabah oldu,kalkıp bir fincan kahve içeyim ve günü geçireyim" dediğinizde uyuyup kalırsınız ve uyandığınızda akşam yemeğini yetiştirmek için birkaç saatinizin kalmış oluşundan nefret ederek biten güne başlarsınız.
      Geceler kabus gibidir.Uyuyan insanlara bile sinir olabilirsiniz.Siz uyumazken onlar nasılda rahat rahat uyuyabiliyorlar?Bu haksızlık!Hem de büyük haksızlık!
      Keşke biri siz uyuyana kadar uyumasa,öylece başucunuzda oturup beklese."Bir kerecik de ben önce uyusam,bir  kerecik..." diye diye öfkelenirsiniz çevrenizde ki insanlara yada hayallerinize.Bazen yaşınız kaç olursa olsun uyutulmak istersiniz bebekler gibi,Elinizi tutsun, sarılsın,şarkılar mırıldansın,hikayeler anlatsın yada isterse hiç konuşmasın, kımıldamasın fakat yanınızdan gitmesin siz uyumadan.
      En fazla görebileceğiniz muhtemelen sadece 40 derece ateşiniz varsa " Hastaneye götüreyim mi" yada " bir uyku ilacı iç" duyabileceğiniz tek söz olabilir.
      Hayat bazen zorlar insanı! Bazen de insan insanı..  

                     Nilgün  Vurgun

27 Ekim 2014 Pazartesi

Maskeler

Kekremsi sözler sinmiş sureti orman aslı çalı duvarlara, Bin maske saçılmış kim kimdir bilinmez cansız masalara..      
                Nilgün Vurgun          

13 Haziran 2014 Cuma

Yosun olmak!




                                           Ne okyanus, ne balık, ne liman,
                                           Yosun olmak istedim sadece,
                                           Güçlü kayasına sımsıkı tutunan...

         
                                                                  Nilgün Vurgun
                                                                        2014

SOYTARILAR VE MARTILAR




                           
                                        Aynı yeryüzünde olsa da kral görünen soytarılar,
                                        Ve esir düşmüş kanadından zincirli martılar..
                                        Gökyüzünde de kartallar var,
                                        Ve onlar yeniden doğup tüm zincirleri kırar!

                                                                  Nilgün Vurgun
                                                                        2014

13 Nisan 2014 Pazar

KIZ ÇOCUKLARINA SÜNNET VAHŞETİ!




KIZ ÇOCUKLARININ SÜNNET EDİLMESİ VAHŞETTİR!

Şu an insanın! ( yani her zaman dediğim gibi, insan doğan değil gerçekten insan olanların) tüylerini diken diken eden,gözlerinden yaşlar akıtan, içini paramparça eden bu insanlık dışı olaydan bahsetmek istiyorum.Günümüzde bile  ki artık uygar ve gelişmiş toplum olduğunu savunan sözde gelişmiş, sözde uygar, sözde çağdaş ülkeler ve bu ülkelerin vatandaşları maalesef ki bu vahşetin farkında değiller yada farkında olmak istemiyorlar.Hala normal ve yapılması gereken bir şey gibi görenler de var.Bu derece sinirlerimi altüst eden,uykularımı kaçıran ve yazmazsam, içimdekileri kusmazsam asla huzurla başımı yastığa koyamayacağım  bir olayı bugün dile getirmemim başlıca nedeni bu gün olan bir olay üzerinedir.Bizim Tanrı’nın Evi dediğimiz camilere hoca sıfatıyla girip, içeride bulunan halka “ Kız çocuklarının sünnet edilmesi İslamiyette vardır” diyerek fetva vermesi ve bunun karşısında anladığım ve gördüğüm kadarıyla dinleyenleri de inandırmasıdır.Küfrün nasıl vuku bulduğunu  çok iyi anlayabiliyorum şu an ve kendimi zor zapt ediyorum zihnimden geçen o küfürlerin dökülmemesi için.
       Bu konuda sadece sinirlerime hakim olamayıp onu dinleyen birine “ Ya benim tanıdığım Allah, peygamber,kitap hatta bütün kutsal dinler yanlış yada bu adam ve ona inananlar” dedim.Bu adam gibi hacı hoca  sıfatıyla ( sıfatlarına tükürmek gerek)  insanlara vahşeti normal gösteren  yaratıklar yüzünden insanlar dinden imandan çıkıyorlar.O’nu dinleyenler de ; Madem öğrenmediniz, madem bilmiyorsunuz, madem kör ve sağırsınız, cahiliye döneminden beter cahilsiniz ( bir zamanlar kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi ve onları daha sonra yaparlarsa Tanrı lanetlemiştir), o zaman sadece susun! Susun ve o hoca denilen şarlatanın dik alası, dilinden zehirler saçan yüz başlı yılanın insan suretinden duyduklarınızı kalkıp başka cahillere anlatmayın.Anlatıp sizde günaha girmeyin.İslamiyette varmış diyerek Tanrı’ya ve dininize hakaret etmeyin.Susun sadece susun en azından.
      Hiçbir kutsal dinde yoktur bu vahşet.Hiçbir kutsal din onay vermez üç yaşındaki zavallı kız çocuklarına bu işkencenin yapılmasına.Zerre akıl fikir sahibi beyin , vicdan,merhamet  sahibi kalp inanmaz zaten buna.
Şimdi gerçekten bilmeyenler ve öğrenmek isteyenler için “ Kız çocuklarının sünnet edilmesi ne demekmiş, nasıl oluyormuş tarif edelim.Eminim içinizde insan olanların midesi bulanacak, canı yanacak,dünyada hala uygulanan bu vahşet için gözyaşı dökecek ve etraflarından  sevinçle koşuşturup duran evlatlarına sımsıkı sarılacak.
Birleşmiş Milletler ve Who ( Dünya Sağlık Örgütü)  tarafından” genital sakatlama” deniliyor.
Dört tipte yapılıyor;
1-      Prepusla birlikte klitorisin bir kısmının veya tamamının kesilmesi.
2-       Klitoris, prepus ve çevredeki küçük  ve bir kısım büyük dudakların kesilmesi.
3-       Klitoris ve prepus ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin biraraya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması.
4-       Diğer genital tahripler: Sembolik olarak klitorisi veya dudakları çizmek; klitorisi dağlamak; vaginayı genişletecek şekilde kesmek veya bazı ilaçlarla daraltmak.
 %85i tip1 ve tip 2, % 15'i ise Tip 3’tür.  
Tip 3 cinsel organın dış kısmının tümüyle alındığı kemiğe inme veya Firavun sünnetidir. Mısır firavunu Pharaoh'dan dolayı Firavun Sünneti olarak adlandırılır.Antik Mısır mumyalarında bu tür genital kesimlere rastlanmıştır.
      Gördüğünüz gibi Firavun adetidir ve dinle alakası yoktur.
Sadece Afrika ‘da uygulandığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz.Afrika dışında ; Suriye, İran, Irak, Güneydoğu Asya’da  Hindistan, Endonezya ve Malezya,Mısır, Sudan, Mali de ! uygulanmaktadır.Etiyopya,Senegal,Benin,Gana gibi Müslüman nüfusun yoğun olduğu yerlerde sıklıkla yapılır ve Nijerya ve Tanzanya da Hristiyan gruplarda bu vahşeti uygulamaktadırlar.Oysa hiçbir inanç bunu desteklemez, çocukların hakkının korunması vurgulanır daima kutsal kitaplarda.
Dünya Müslüman Ulemalar Birliği genel sekreteri ve El Ezher Üniversitesi üyesi Dr. Muhammad Salim al-Awwa da , klitoris kesiminin islam da yeri olmadığını söyleyerek kız çocukları için böyle bir hüküm verilmesini reddeder.
Günümüzde dahi ,dünyada her yıl üç milyon kız çocuğuna bu vahşet uygulanmaktadır.Ölüm riski taşıyan bu tamamen din dışı gelenek haline gelmiş vahşet yüzünden kaç milyon kız çocuğunun hayatını kaybettiğini tahmin bile edemezsiniz!
Enfeksiyon,tetanoz,doku kaybı, dayanılmayacak ağrılar acılar,cerrahi travma ve ölüm!
Eğer tüm bunları okuyup o hacı hoca geçinen zalimlerin yakasına yapışıp suratına tükürmüyorsanız ne diyeyim “ Vay o bildiği halde inkar edenlerin haline” der Allah.Artık biliyorsunuz!
O adam kim diye merak edenleriniz vardır, söyleyim; Cevat Akşit  denilen şarlatandır bu vahşeti halka doğru olarak gösteren,” Kadınlar azmasın mış!” Gerekçesi de buymuş!
Kadınların ayakları altında cennet var, ya senin?  yakıtın ve odunundan başka ?

                                                                                    NİLGÜN VURGUN
                                                                                          2014



13 Mart 2014 Perşembe

KENDİNİ SEVMEK ¹ NARSİZM& EGOİZM



KENDİNİ SEVMEK  ¹ NARSİZM& EGOİZM
Başlıkta ince bir çizgi var eğer o yatay çizgiyi yok sayarsanız işte “kendini sevmek eşittir narsizm ve egoya “ olur.Fakat o incecik küçücük çizgiyi görebiliyorsan “kendini sevmek eşit değildir narsizm ve egoya” demek istediğimi anlarsın.İşte o çizgi kadar küçücük ve önemsiz gibi görünen şeydir senin şu an yaptığın.bunu bir düşünmeni dilerim.
Herşey kendini sevmekle başlar.Kendini sevmeyen, kendiyle barışık olmayan kişi daima mutsuzluğun sularında yüzer,daima arayış içinde,daima sebebini bilemediği bazen farkında bile olmadığı kocaman bir boşlukta hisseder.Varoluşumuzda yani özümüzde sevgi vardır, güven vardır,saflık vardır.Zamanla o özü kaybeder ve sürekli başka şeylerin peşinde koşmaya başlarız.Ne aradığımızı neyin aslında bizi mutlu kılacağını arar dururuz.Oysa tek kaybettiğimiz ve bulmamız gereken işte o özdür.Kendimiz dışında her şeyde geçici,sahte mutluluklar peşinde kısa süreli hazlar yaşayarak mutlu olduğumuzu sanırız.Mesela aşık olduğumuzu sandığımızda o kişi varsa mutluyuzdur fakat gidince yine boşlukta öylece çaresiz öylece kaybolup serseme döner gözyaşı döker mutsuzluğa sürükleniriz.Oysa aşkın kişide değil kendi içimizdeki o saf duygu da olduğunu bilirsek ,kişi gitse bile aşk kalır mutluluk kalır,gülümseme kalır,huzur kalır.
Birilerini çok severiz,eşimizi,çocuklarımızı,annemizi,babamızı,kardeşimizi.Sevgimiz sadece onların yaptıkları yada yapmadıklarıyla değişebiliyorsa yada gittiklerinde azalıyorsa gerçek sevgiden bahsedemeyiz.Sevgi özümüzden gelmiyorsa ve sadece başkalarından gelenlerle şekilleniyorsa geçici bir rüyayla avunuyoruz demektir.Bir çiçeği severiz, onu gidipte dalından koparırsak sahiplenip de gözümüzün önünde bir vazoya koyarsak solup gidecektir.İşte o zaman nasıl olurda o çiçeği sevdiğimizi söyleyebiliriz.Sevgi yok etmez vareder,sevgi öldürmez diriltir can verir.Özünden seven özü sevgi olan biriyse çiçeği olduğu yerde bırakır,gider yanına kokusunu içine çeker,seyreder uzun uzun fakat koparmaz, o yaşasın çoğalsın, kök salsın ve hep böyle güzel koksun ister.
Önce öze dönmek gerek.Çok küçük yaşlarda hepimiz o özde yaşıyorduk.Toplumsal baskılarla kendimizden özümüzden uzaklaştık.Dur, yapma, etme sözleriyle durduk yapmadık,sustuk.Ağlamak geldi içimizden çocukluğumuzdaki gibi özgürce içimizden geldiğince ağlamamaya başladık, gülmek geldi içimizden sebepsizce uluorta kendi kendimize sebepsiz gülmemeyi öğrettiler.Olduğumuz yerde döndük başımız dönüp düşene kadar ardından kahkahalar attık halimize,başımızın dönmesi eğlenceliydi.Büyüdük baş dönmeleri tehlikeli dendi doktor doktor gezildi.Öğrendikçe kuralları,kaideleri uzaklaştık kendimizden.Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu unuttuk.Seçeceğimiz meslekler günün ekonomik şartlarına göre, aile yapımıza,toplumsal zorluklara göre şekillendi.Milyonlarca robot,milyonlarca programlanmış androidler olduk zamanla.
Yüksek sesle gülmeye ayıp denildi, ağlamaya zayıflık,yardım istemeye acizlik.Sürekli saçma sistemleri kodladılar beynimize.Sonra eşimiz, çocuklarımız,işimiz,malımız mülkümüz,sevenlerimiz bizi mutlu etmeye yetmedi.Hayatımızdaki onca güzel şeye rağmen mutsuzluk ve umutsuzluğun pençesine düşmüş,daha ne yapsam da mutlu olsam diye çareler aramaya başladık.İçimizdeki o boşluğu sürekli bir şeylerle doldurmaya çalıştık.Kariyerimizle,sevdiklerimizle,kurslarla,kitaplarla,filmlerle,gezip tozmakla,alkolle,uyuşturucuyla,vs..vs.. Mutsuzluk bir illet gibi yapıştı yakamıza.Doktor doktor gezdik.Hacı hoca okudu üfledi.Muskalar taktık,okunmuş sular içtik.Birileri girdi çıktı hayatımıza.Her sevgili sanılanla bir olduk sandık o boşluk doldu sandık yanıldık.
Aldatıldık, acı çektik.Huzuru nerde ararsak ellerimiz boş döndük.


Şu sıralar işte böyle boşluk duygusuyla baş etmeye çalışan,sorunlarını çözemeyen, eşiyle çocuklarıyla iletişimi olmayan,yaşadığı olumsuzluklarla nasıl baş edeceğini bilemeyen kişiler farklı yollardan sorularının cevaplarını bulmak için yollara döküldüler.Kimi meleklerle konuşup onlardan dilemeye,kimi türbe ziyaretlerine, kimi astrolojiye,kimi yoga meditasyon tekniklerine,herkes başka bir inancın ipine tutunmaya ve o iple yükseklere çıkıp orada huzuru bulacaklarına inandılar.Evet gerçekten de huzuru bulanlar oldu.Fakat o içlerindeki özü beslemeyi unutup, o özü bilmeden tanımadan yollara dökülenler için geçici huzur serapları oldu bunlar.Kendini sevmek gerek önce.Tüm öğretilerde bu vardır.Taoizm de, Budizm de,Hristiyanlıkta,,Müslümanlıkta,Musevilikte,Şamanizm de her şeyde…
Yüzlerce yıl evvel nice sözler söylenmiş, nice beyitler yazılmıştır bu konuyla ilgili.Kendini bilmek ve kendini sevmenin ilk adım olduğunu Mevlana da anlatmıştır yüzlerce defa, Osho da,birçok psikanalist yada bilim adamı da.Bir söz var ya yaratılanı severim yaratandan ötürü.İşte bakın bu yeni bir bilgi değil ki zaten.Oysa günümüzde yeni bir bilgiymiş gibi topluma öğretilmeye başlanan işte bu.Affetmek önce kendini affetmekle başlar.Birini affedebilmek için kendini affetmen gerekir önce ve bunun içinde kendini seviyorsan affedebilirsin,kızgınlıkların kırgınlıkların varsa savaş içindeysen nasıl affedebilirsin, nasıl barışabilirsin kendinle.Tekrar ediyorum bu yeni bir bilgi değil ki.Kaç bin yıldır milyonlarca kişinin söyledikleri zaten bunlar.
Çaresiz hisseden,arayış içinde olan kişilerin yaptığı en üzücü yanılsama budur.Biri onlara kendini seveceksin, kendini hayatının merkezine koyacaksın, en değerli sen olacaksın,en çok kendine güveneceksin diyor ve işte işin acı kısmı başlıyor.Henüz bu güzel sözlerin derin manasını çözecek içselliğe sahip olmayan kişiler bu güzelim ve doğru sözleri öyle yanlış anlıyor ve öyle yanlış hayatlarına yapıştırıyorlar ki içler acısı.Malesef kendini sevmek egoizm ve narsizm boyutlarına varıyor.Bu güzel öğretilerle onları yoğuran kişilerin yanından çıktıklarında omuzları dikleşiyor, hayatlarında kızdıkları kim varsa” ben güçlüyüm şimdi canına okurum onun, ben özelim ve bir taneyim” diyerek savaşa gider gibi yürüyorlar hayat yolunda.
Eşlerini, evlatlarını, ana babalarını herkesi kırıp geçirerek,yıkıp yakarak,yerlere devirip galibiyetin hazzını yaşayarak egolarını mutlu ediyorlar ve kendileri mutlu olduklarını sanıyorlar.Besledikleri büyüttükleri tek şey ego.İnsanlığın en büyük düşmanıdır ego.Böylece egonun kölesi haline gelen bir toplum oluşuyor.Egolarını besleyenler çocuklar yetiştiriyorlar kendini sev diye egolarını sevmeyi öğrettiklerinin farkına bile varmadan.Sevgi, şefkat,ilgi ,tüm insani ve egodan arınmış saf duygular elinin tersiyle itiliyor.Ben eskiden mutsuzdum şimdi kendimi seviyorum bak herkes saygı duyuyor hem kimse umrumda değil kendim için yaşayacağım diyerek özünden uzaklaştıkça uzaklaşıyor yükseklerdeki huzuru buldu sanırken aslında diplerdeki çamura bulandıkça bulanıyor da farkettirmiyor ego.
Maalesef günümüzün en büyük tehlikelerinden birinin bu olduğunu düşünüyorum.Mutsuz insanlar gittikçe çoğalıyor.Küçücük masum çocukların yüzleri, gözleri eskisi gibi değil , çoğu küçük kadınlar küçük adamlar gibi bakıyorlar sanki.Bütün dünya bizimdi bir zamanlar, kaşığımızı paylaşırdık, bir dondurmayı iki üç kişi yerdik.Şimdi iki yaşında çocuk ı ı diye kafasını sallayıp ısırdığın bir şeyi ısırmıyor çünkü kodlandı beyni mikrop kapacak, hasta olacak o tehlikeli.Egonun kölesi olmaya başlayan toplumun beyni de işte böyle kodlandı.

Zaten yaşamın özünde, kendi özlerinde sevmek olduğunu unutup yeni bir felsefe yada akımmış gibi “kendimi seviyorum” diye evlerinde dolaplarının üzerine bile yazılar asmaya başladılar egolarını beslemek için.Affetmek aptallık, ağlamak acizlik,alttan almak “neden ben” sorusunu işliyor.Eşine kızıyor ve “ neden ben affedeyim, neden ben alttan alayım, neden ben sevgi vereyim o yapsın” deniliyor.Ben girdi mi işin içine biz olunur mu hiç?Çık kendinden o ol o da sen böylece biz olun ve ben yani ego çekilsin aranızdan, ancak o zaman huzur yanınızda olur.Sen sevgisin, sen madem ki hele bir de Tanrı’ya inanıyorsun o zaman işin biraz daha kolay olabilir mesela aç kitabını bak orada ne diyor “ Siz affedin Allah’ da sizi affeder”, “Siz sevin Allah’da sizi sever”.Başka söze gerek var mı?
Kendinde kaynağı olan sevgiden vermenle eksilmezsin tersine çoğalırsın.Senden yükselen,içinden akan o enerji seni de sarar ve tekrar sana geri döner.Unutma her enerji sahibine döner.Olumlu duygular ve düşünceler içindeyse güzelliği görür,duyar yaşarsın,olumsuzluksa senden çıkan geri dönecek ve seni bulacak olan da odur.
Sana dışarıdan birilerinin söyledikleriyle yaptıklarıyla bunlar ne kadar olumsuz yada kötü olursa olsun kirlenmezsin, sen senden çıkanla kirlenirsin bunu da unutma.Verdiğin kadar alırsın.Özünü besle, o yeşersin içinde, egonun oyunlarına kanma o en tehlikeli düşmanın!
                                                                        
                                                                   NİLGÜN VURGUN

                                                                               2014

1 Şubat 2014 Cumartesi

KOÇLUK NEDİR, NE DEĞİLDİR?



 
 
KOÇLUK;


      Koçluk dediğimizde genellikle aklınıza gelen ilk düşünce “ üst sınıf!  “ diye adlandırılmış bir takım kişilerin yaşamlarında ki , bizce çok basit olan konularda danışacakları kişiler-terim akla gelir.Bunu “ acaba şuraya giderken ne giysem?” “ Saçlarımı ne renk yapsam?” “ Ne yesem ne yemesem?” hatta “ Şu kişiyle evlensem bana uygun mu” gibi soruların cevabını alıp rahat ve sorunsuz bir hayat yaşamak isteyen düşünce tembellerinin yerine düşünen , ölçüp biçip karar veren kişiler olarak algılayanlar yadsınamayacak kadar çok.
      Oysa bilinenin aksine bir koç asla sizin adınıza karar vermez, sizin kararlarınızı hayatınızı yönetmez.Çok fazla şey yapar fakat bunu değil.Genellikle yaptığımı burada da yapmaktan geri duramayarak en sevdiğim cevabı vermek istiyorum:
  Koç “ Hem her şeydir, ve her şey değildir” diyebilirim.
      Hayatın her alanında kişisel yada kurumsal,mevcut problemlerin çözümü ya da problemsiz hallerin daha da iyileşmesi, mevcut durumdan olabildiğince yukarı çıkıp kişiye ya da kuruma bağlı olarak potansiyelin tam olarak kullanabilmesi amaçtır.
      Örnek verecek olursak: Bir hayaliniz vardır, bu sizin için belki ömrünüz boyunca hayal olarak kalabilir.Fakat koç hayalinizle ilgili, sizinle ilgili çalışmalar yapar ve birlikte hayalinizin önce hedefiniz olup olmadığını saptarsınız.Eğer hedefiniz olduğuna karar verirseniz bu hedefe ulaşmanızın yolları ve yöntemlerini analiz edersiniz.Özellikle kişisel çalışmalarda uygulanacak onlarca yöntemle ,bunu hayatınızın diğer alanlarında da kullanabileceğiniz harika deneyimler yaşarsınız.Siz bir noktadasınızdır, ailenizde, iş hayatınızda, çevrenizde hatta en önemlisi kendinizde.Koç size yol arkadaşlığı eder, sizinle yürür, bulunduğunuz noktadan çok daha ileriye gidebileceğinizi ve gerçek potansiyelinizi size gösterir.Kısaca size ayna tutar ve görürsünüz.Gördüklerinize oldukça şaşıracağınızı garanti edebilirim.Bir nevi içsel yolculuktasınızdır artık.Siz değiştikçe her şeyin nasıl da değiştiğine şahit olmanın ve imkansız dediğimiz birçok şeyin nasıl da erişilebilir olduğunu her gördüğünüzde kendinizle tanışır ve her şeyin özüyle tanışmak için heyecan duyarsınız.
      Hayatımızda hepimiz mutlaka birçok engelle karşılaşmışızdır bu çocukluğumuzda , gençliğimizde,iş yada aile hayatımızda ya da belki kendi kendimize koyduğumuz engellerimiz vardır.Koç bu engelleri tanımlayıp aslında belki de engel olmadıklarını keşfetmemizi sağlayacak ya da farklı alternatiflerle hiç düşünmediğimiz bir yeteneğimizin becerilerimizin de olduğunu bize gösterecektir.Kişiler kendilerine tavsiyeler de bulunacak birini tercih ederler fakat bu koçluktan ziyade mentörlüğün alanına girer.Bir koç aynı zamanda iyi bir mentör de olabilir tabi bu ayrı bir konu.Koç kişilerin kendi başlarına yapabileceklerinden daha fazlasını yapmalarına yardım eder, sorun yaşadıkları konuyla ilgili yöntemleri görmeyi sağlar.
     Kişiler çoğu zaman geçmiş ve sorun odaklıdır oysa koç daima gelecek ve çözüm ile ilgilenir.Aynı zamanda elbette geçmişten gelerek bu günümüzü etkileyen ve geleceğimizi de etkileyip şekillendirebilecek önyargılar, öğrenmişlikler,üretkenliğimizi kısıtlayan her türlü kalıplaşmış kodlanmış kayıtlar yeniden düzenleniyor böylece yenilenme, değişim başlamış oluyor.
 Koçlar sordukları bazı bilinçli sorularla bizim en önemlisi kendimizle yüzleşmemizi sağlayarak bize gerçekte kim olduğumuzu hatırlatırlar.Her teknik her yöntem bireye özgüdür ve en güzel tarafı kısa sürede sonuç vermesidir.

      Kişiler herhangi bir konuda tıkandığında, sorunlarınızı nasıl çözeceğini  bilemediğinde   ,birçok farklı yöntem dener,aylarını hatta yıllarını harcayabilir.Fakat iyi bir koç ile kesinlikle tahmin bile edemeyeceğiniz kadar kısa sürede dilediğiniz etkiyi hissederken, amacınıza daha etkili ve hızlı biçimde ulaşabilirsiniz.
      Bir koç aynı zamanda danışmanlık mentörlük de yapabilir.Fakat buradaki dikkat edilmesi gereken nokta mentör deneyimli ve bilgi birikimine sahip olduğu konuda koçluk yapabilir.Kesinlikle gerekli durumlarda kişiye seçenekler sunabilir,yanlış olduğunu düşündüğü konularda fikrini belirtebilir fakat kararları elbette kişi kendi verir.
      Koç probleminizin ne zaman başladığı, nasıl devam ettiği, şu anda nelerin değiştiği ve sizin neleri değiştirmek istediğinizle ilgili  yeterli bilgi sahibi olduktan sonra, çözüm kendiliğinden gelecek, motivasyonunuz artmış ve kendinizi çok daha güçlü hissediyor olacaksınız.
      Karşınızdaki kişi konuşmasıyla sizi etkileyip birden uyanmışsınız gibi hissettiriyorsa,farklı fikirlere farklı karakterlere eşit ,adil uyum içinde davranıyorsa,kendinizi onun yanında çok rahat ve hayatınızın en ücra köşelerinde kalmış şeyleri paylaşabileceğiniz kadar yakın görüyorsanız,hiç düşünmediğiniz aklınıza bile gelmeyen pencerelerden bakmanızı sağlıyorsa,siz biraz evvel ağlarken bir anda gülümsetip probleminizi çözme konusundaki yeteneğini ıspatlamış oluyorsa,her ne konuda olurs olsun sözünüzü kesmeyen süper bir dinleyiciyse,türlü türlü kişiyle sizin bile asla tahammül edemem dediğiniz kişilerle bile sakin ve kırk yıldır tanıyormuşcasına iletişim kurabiliyorsa bilin ki bu kişi evet bir Koç’tur.
      Birçok hatta neredeyse hemen hemen her konuda yardım alabileceğiniz kişilerdir.Birkaç örnek vermek gerekirse;
Yaşamınızda şu her türlü hastalığın bile kayneğı olarak gösterilen, doktor doktor gezdiğinizde stresten  kaynaklanıyor derler ya,o stresin azaltılmasında,
Özel hayatınız, iş hayatınız arasındaki dengeyi sağlıklı bir şekilde kurmanızda,
Hedeflerinizin belirlenip istediğiniz hedefe ulaşmanızda,İletişim problemleri yaşadığınızda,
Vizyon ve misyon belirlemede,
Herhangi bir konuda karar alma güçlüğü çektiğinizde,
Aile yaşamı,eşinizle, çocuklarınızla ilişkilerinizin güçlenmesinde,
Zaman yönetimi,daha organize olmak istediğinizde ……
      Kısaca hayatınızı etkileyen her türlü problemde bir koçtan yardım alırsanız kendi kendinize yada başka yöntemlerle vakit,para,statü en önemlisi umudunuzu kaybetmeden çok daha planlı,huzurlu ,maddi ve manevi kazançlarla ,sağlam temellere dayanan geleceğinizi inşa etmiş olursunuz.

Kişiler çoğu zaman  probleme odaklanmış durumdadırlar ve koç sizin çözüme odaklanmanızı sağlar.
      Bazı zamanlar “ Neden aynı olayı bir başkası da yaşadığı halde ben bu durumdayım?” diye sormuşuzdur.Bunun en büyük nedeni bakış açımızdır.Emin olun o büyük travmaları yaşayan ve hasta olmadan, dimdik ayakta duran ve yıllar geçmesine rağmen yaraları kanamayan kişiler sizden daha güçlü, sağlıklı yada süper dirence sahip değiller.Sahip olmak istediğiniz bütün iyi hissetme hali, güç,cesaret hepsi evet hepsi sizde var.
      Birçok terapi yöntemini denemiş olabilirsiniz.Bazılarında iyileşme, düzelme hali ile mutlu olmuş sonra geriye dönen halinizle yeniden başka yöntemlere başvurmuş olabilirsiniz.Terapilerde amaç sizi sıfır noktasına yani hayatınızı idame ettirebilecek duruma getirip bırakmaktır.Kişi artık normal hayatına dönmüş, o özendiği güçlü gördüğü kişilerin yaptığı çoğu şeyi yapabilecek duruma gelmiştir.Oysa geri dönüşler bazen aylar bazen yıllar sonra bile olur.Bir müddet sonra yaşanılan olumsuzluklarla beraber yeniden geriye doğru düşüşler başlar.Fakat bir koç sizi bulunduğunuz nokta neresi olursa olsun alır, kolunuza girer ve sıfır noktasından çok daha üst seviyelere taşır.Bunun en müthiş yanı ise bu noktadan sonra geriye düşüşler yaşanmaz.
      Her şeyin sadece bizim algılamamızdan ibaret olduğunu düşünürsek tüm gücün sizde olduğu ve gerekli tüm kaynaklara zaten sahip olduğunuzu bilerek  her ihtiyaç duyduğunuzda o kaynaktan dilediğinizce kullanabilirsiniz.
      Mevlana’nın güzel bir sözüyle ;
“Kardeşim sen düşünceden ibaretsin,
Geriye kalan et ve kemiksin,
Gül düşünür gülistan olursun,
Diken düşünür dikenlik olursun”

      Sevgiyle…

                             NİLGÜN VURGUN
                                    2014